Öncelikle, Kopenhag için 24 saat yeterli mi? Tabi ki hayır, ancak biz sabah uçağımızı tren arızası nedeniyle kaçırınca 30 saat olan zamanımız 24 saate düştü ve biz de bu süreyi en verimli şekilde kullanalım istedik. Bu planı takip ederseniz, tadı damağınızda kalmış olarak ama çok da memnun bir şekilde bu harika şehirden ayrılacaksınız.
Beklediğimizden daha geç bir saatte Kopenhag Havalimanı’ndayız. Hızlı bir şekilde pasaport kontrolünden geçiyoruz. Kopenhag’ın verimli metro sistemi, havalimanından şehir merkezine ulaşmayı hem hızlı hem de kolay hale getiriyor, zamanımız öyle kısıtlı ki, bu bizim maceramıza vakit kaybetmeden başlamamızı sağladı.
Kopenhag’ın kalbine ulaşmak için, Vanløse İstasyonu yönünde M2 hattına binmeniz gerekiyor. Nørreport İstasyonu‘na, Kopenhag’ın merkezi noktalarından birine yolculuk yaklaşık 15 dakika sürüyor. Nørreport İstasyonu, şehrin ana cazibe merkezlerine kolay erişim sağladığı için mükemmel bir başlangıç noktası. Biletinizi havalimanının metro istasyonunda bulunan makinelerden satın alabilirsiniz. Şehir merkezine tek yön bilet fiyatı 36 DKK (yaklaşık 4£). Şehri genel olarak toplu taşıma ile gezerim derseniz, otobüslerde, trenlerde ve metroda sınırsız seyahat sunan City Pass’ı satın almayı düşünün. 24 saat zone 1-4 arasında geçerli bilet 80 DKK (yaklaşık 9£). Ertesi gün havaalanına geliş ve arada birkaç otobüs, tren yapacağınızı göz önünde bulundurduğunuzda, bu gayet mantıklı.
Önce eşyalarımızı çok memnun kaldığımız otelimize bırakıyoruz. Temizlik, konum harikaydı, tam bir fiyat performans oteli. Haritaya işaretledim, geceliğine 79£ verdiğimiz Wake-up Copenhagen Borgergade, aynı hat üzerindeki Kongens Nytorv istasyonuna da çok yakın.
Arkadaşlarımızla buluşup akşam yemeği için çıkıyoruz hem de şehri keşfetmeye başlıyoruz. Hava soğuk, çok soğuk ama olsun, bir şehir en güzel yürüyerek keşfedilir değil mi? Kopenhag için daha güzel bir alternatif var, bisiklet. Londra’dan gelen biz şaşkınız çünkü Londra’da kilitlenmemiş bir bisikleti marketin önüne 3 dakika bırakmaya çekinirsiniz, hatta kilitliyse de her parçasını bulabileceğinizi kimse garanti edemez. Kopenhag sokakları bırakılmış bisikletler ile dolu.
Rosenborg Kalesi
İlk durağımız otelimizin hemen arkasında olan Rosenborg Kalesi. 1606-1633 yılları arasında Kral Christian IV tarafından yazlık saray olarak inşa edilen kale, Hollanda Rönesans tarzında yapılmış. Zamanla kraliyet ailesinin önemli törenlerine, toplantılarına ve devlet işlerine ev sahipliği yapmış. Günümüzde Rosenborg, Kraliyet Koleksiyonlarını barındıran bir müze olarak hizmet veriyor ve zengin süslemeli odaları, muhteşem taht salonları, değerli sanat eserleri ve tarihi eşyalarıyla ziyaretçilere açık.
Nørrebro
Ardından Nørrebro bölgesine geçiyoruz. Avrupa’nın en iyi 4. pizzacısının Kopenhag’da olduğunu biliyor muydunuz? Evet, doğru tahmin, İtalya bu sıralamanın dışında tutulmuş. Danimarka mutfağı her ne kadar çok çekici olsa da, biz bu güzel şehirdeki ilk saatlerimizi garantili bir seçimden yana kullanıyor, kendimizi Bæst’de buluyoruz. Sadece şunu söyleyeyim, hamuru çok güzel ama buz gibi servis edildi, bizi çok da tatmin etmedi.
Nørrebro, lezzetli, eğlenceli, şehrin çeşitliliğini yansıtan sokak kültürü canlı, gerçek bir eritme potası. Kopenhag’ın en kültürel çeşitliliğe sahip mahallesi olarak, kebap, taco, ve ramen dükkanlarını yan yana bulabileceğiniz bir mahalle.
Superkilen Parkı
Bölgeye gelmişken Superkilen parkına uğramayı atlamayın. Nørrebro bölgesinin kalbinde yer alan bu park, üç farklı bölgeye ayrılarak çeşitliliği ve kültürel entegrasyonu kutluyor: Kızıl Meydan, Karaborsa ve Yeşil Alan. Bu arada sadece isim olarak değil gerçekten bu renklerdeler. Kızıl Meydan, modern kentsel yaşamın enerjisini kafe, müzik ve spor etkinlikleri ile yansıtırken, Karaborsa daha klasik bir meydan havasında, çeşmeleri ve bankları ile huzurlu bir buluşma noktası sunuyor. Yeşil Alan ise, piknik yapmak, spor etkinlikleri için.
Bu parkı özel kılan, dünya çapından getirilen eşyalar. Bölgenin çeşitliliğini temsil etmek amacıyla, dünya genelinden 100’den fazla nesne parkın farklı köşelerine yerleştirilmiş. Bu parkın temel fikri, kültürlerarası birliktelik ve topluluk duygusunu pekiştirmek.
Mikkeler
Burasi bir bölge, ünlü bir tarihi yapı vs. değil, Kopenhag’da neredeyse her mahallede bulabileceğiniz bir pub. Harika Danimarka biralarını deneyebilirsiniz. Bardakları biralarından daha güzel. Biz o kadar çok beğendik ki, belki vardır diye baktığımızda Londra’da da olduğunu gördük. Bu arada pint biraya yaklaşık 8-9£ ödedik.
Sadece 7 saatte attığımız yaklaşık 20 bin adımla ilk günü sonlandırıyor, otelimize geçiyoruz.
Daha da soğuk bir Kopenhag sabahından günaydın 🙂 Kahvaltı için seçtiğimiz mekan Buka. Bu arada Kopenhag’da neredeyse her mekana bayıldık, İskandinav sadeliği bana evi tekrar düzenleme isteği uyandırdı. Bu arada, Danimarka Nordik mi Iskandinav mı diye aklınızda bir soru olustuysa bu yazıyı okuyabilirsiniz. Buka`nın kruvasanları çok güzeldi, buraya özel olan fıstık kremalı kruvasan, denedik beğendik, ama benim tercihim her zaman nutellalı.
Şehir öyle güzel ki, her sokakta rengarenk evlere rastlamak mümkün, tam bir lego şehir.
Rundetårn
Kopenhag’ın kalbinde yükselen Rundetårn, yani Yuvarlak Kule, şehrin en ikonik yapılarından biri olarak gökyüzüne uzanıyor. 17. yüzyılın başlarında Kral IV. Christian tarafından gözlemevi olarak inşa edilen bu yapı, bugün hem tarih meraklıları hem de şehri yüksekten görmek isteyenler için vazgeçilmez bir durak. Kuleye çıkan spiral rampa, arabaların bile çıkabilecgenişlikte tasarlanmış. Bu özelliği ile Avrupa’nın hiçbir yerinde benzeri olmayan bir yapı.
Zirveye ulaştığınızda ise, Kopenhag’ın büyüleyici çatılarını, dar sokaklarını ve maviliklere uzanan kanallarını panoramik bir manzara ile seyredebilirsiniz. Rundetårn, sadece şehrin tarihine ışık tutmakla kalmıyor, aynı zamanda Kopenhag’ın kültürel hayatına da ev sahipliği yapıyor. Yıl boyunca çeşitli sergiler, konserler ve etkinlikler bu tarihi kulede gerçekleşiyor. Giriş ücretli, 40 DKK (4.58£), çocuk 10 DKK.
önemli not : Bu yazıda verdiğim fiyatlar ve birim çevirmeleri Mart 2024 dönemine ait.
Tivoli Bahçeleri
Burada biraz zaman kazanmak için metro kullanmayı tercih ederek Nørreport durağından biniyor, Köpenhamn H’de iniyoruz. Metrolar gerçekten hızlı ve çok sık. Kopenhag’ın merkezinde yer alan Tivoli Bahçeleri, 1843’ten beri ziyaretçilere açık eşsiz bir eğlence ve kültür parkı. Ne yazık ki bizim gittiğimiz Mart ayı başında eğlence parkı kapalıydı ama bahçeleri her zaman görebilirsiniz.
Burayı gördükten sonra merkeze doğru yürümeye devam ediyoruz. Yolumuzu Kopenhag’ın karolarla bezenmiş alışveriş sokağı olan Strøget‘ten geçiriyor ardından birkaç dk uzaklıktaki Magstræde sokağını görüyoruz. Burası Kopenhag’ın bazı en eski binalarının bu sokakta olduğu sokak.
Christiansborg Sarayı
Kopenhag’ın tarihi ve siyasi merkezi olan Christiansborg Sarayı, şehrin en önemli simgelerinden biri. Hem Danimarka Parlamentosu’na hem de Kraliyet ailesinin resmi işlevlerine ev sahipliği yapan bu görkemli yapı, zengin tarihini ve ihtişamını ziyaretçilere sunuyor. Saray kompleksi içindeki muhteşem salonlar, kraliyet alay odaları ve eski kralların kalıntıları, Danimarka’nın geçmişine ışık tutarken, sarayın kulelerinden biri olan ve Kopenhag’ın en yüksek noktalarından birisi olan Christiansborg Kulesi’nden şehrin nefes kesen manzarasını da görebilirsiniz. Giriş ücretli (175 DKK – 20£). Dürüst olmak gerekirse, burada tüm gününüzü geçirebilirsiniz, ancak Kopenhag’da sadece bir gününüz varsa, sarayın dışını keşfetmekle yetinmenizi tavsiye ediyorum.
Kraliyet Kütüphanesi
Kopenhag’daki Kraliyet Kütüphanesi, “Siyah Elmas” lakaplı modern binasıyla ve zengin içeriğiyle dikkat çekiyor. Danimarka’nın yazılı mirasını barındıran bu yer, sergiler ve etkinliklerle de kültürel yaşama renk katıyor. Tam kanal kenarında ve içerisinde bir kafe var. Öğlen güneşinin tadını çıkarmak için harika. Tam da önünde toplu taşıma için kullanılan botların durağı var.
Freetown Christiana
Freetown Christiania, Kopenhag’ın renkli yüzlerinden biri, adeta bir başka dünyanın kapılarını aralıyor. 1971 yılında kurulan bu özgür şehir, geleneksel kuralların dışında bir yaşam arayışının simgesi haline gelmiş. Burası, sanatın ve özgürlüğün bir arada dans ettiği, grafitilerin duvarları süslediği, her köşesinde farklı bir hikaye barındıran bir yer. Christiania, sıradan bir turistik mekan olmanın ötesinde, bir yaşam biçimini temsil ediyor. Unutmayın, Christiania’yı ziyaret ederken yerel kurallara ve topluluğun değerlerine saygı göstermek önemli. Fotoğraf çekimi konusunda kısıtlamalar var ve girdiğinizde sebebini anlayabiliyorsunuz. Hafif uyuşturucuların gündüz vakti ulu orta satıldığını görmek beni şok etti. Bu anlamda yine de dikkat etmekte fayda var çünkü esrar kullanımı Danimarka’da Christiania’da bile olsanız yasal değil. Biz akşam gitmedik ama akşam vakti çok tekin olmayabilecek bir bölge.
Reffen
Kuzey’in en büyük sokak yemekleri pazarının Kopenhag’da olduğunu biliyor muydunuz? Öğle yemeği için Reffen’e gidebilirsiniz. Bu pazar, sürdürülebilirlik vurgusuyla, sadece Danimarka lezzetlerini değil, dünya çapından birçok yemek seçeneği sunuyor. Christiania’dan otobüsle 20 dakikada ulaşabilirsiniz. Biz gidemedik ama başta dediğim gibi sabah uçağımızı kaçırdığımız için süremiz kısalmıştı.
Nyhavn
Free Town Christiana’dan Inderhavnsbroen köprüsüne doğru yürüdüğünüzde haritaya işaretlediğim yemek standlarının olduğu, kanal kenarındaki çok keyifli bölgeye geleceksiniz. Mart ayında gittiğimizde standlar kapalıydı ama ışıklar banklar eminim açıkken mükemmel oluyordur. Biz de yine yanıbaşındaki POPL’da hamburger yedik. Gerçekten çok güzeldi, iki yeri var arka arkaya birinde oturup yiyebiliyorsunuz birinde alıp dışarda yiyorsunuz. POPL ünlü İskandinav NOMA Restoran grubunun burgercisi.
İşte burada olmamızın asıl sebebi. Sanki gerçek değil de bir film seti hazırlanmış, romantik bir film çekilmiş, sonra da “Neyse, burayı bozmayalım, çok güzel oldu böyle kalsın” denmiş. Açıkçası, o kadar güzel.
Set olarak kurulmamış ama set olarak çokça filmde kullanılmış, örneğin “Danimarkalı Kız” filmini izlediğinizde bu bölgede çekilmiş sahneleri göreceksiniz. Nyhavn, 1670’lerde Kral IV. Christian tarafından ticaret gemilerinin şehir merkezine daha kolay erişim sağlaması amacıyla inşa ettirilmiş, bölge zamanla şehrin en canlı sosyal alanlarından birine dönüşmüş.
Burası ünlü Danimarkalı masal yazarı Hans Christian Andersen ile özdeşleşmiştir. Andersen, hayatının çeşitli dönemlerinde Nyhavn’daki 3 farklı evde yaşamış, bunlardan en meşhuru 67 numaralı bina. Hava soğuk olsa da, tam da biz Nyhavn’dayken güneş açtı. Zamanımızın çoğunu buraya ayırmıştık, uzun uzun takıldık, sohbet ettik, kanal kenarında bir yerde oturduk.
Andersen demişken, bu yazıda, neden Küçük Deniz Kızı heykelinden bahsetmediğimi merak etmiş olabilirsiniz. Belki 3 gün kalsak görmek isterdik ama o kadar çok yorum okuduk bu 24 saate sıkıştırmak istemedik. Sizin için haritaya ekledim.
Artık dönüş yoluna geçme zamanı ama düşünün hala da zamanımız var.
Otele Amalienborg meydanı üzerinden dönmeye karar verip yol üzerindeki Frederiks Kilisesi’ni görüyoruz.
Amalienborg Meydanı
Danimarka monarşisinin kalbini oluşturan mekan, tarih boyunca korunan geleneklerin ve modern yaşamın birleştiği nadir yerlerden biri. Kraliyet ailesinin resmi rezidansı olan Amalienborg, 18. yüzyılın ortalarında inşa edilmiş dört neoklasik saraydan oluşur. Bu saraylar başlangıçta Danimarka’nın önde gelen soyluları için yapılmıştı ancak 1794 yılında Christiansborg Sarayı’nın yanması sonucu kraliyet ailesi Amalienborg’a taşınmıştır. O zamandan beri Amalienborg, Danimarka monarşisinin ana ikametgahı olmuştur. Amalienborg Meydanı’nın merkezinde, Kral Frederik V’nin at üstünde bir heykeli bulunmakta. Amalienborg’a gelmeyi planlıyorsanız her gün öğlen saat 12:00’de gerçekleşen Kraliyet Muhafızlarının nöbet değişimi törenine denk getirebilirsiniz. Eğer Nisan Mayıs aylarında Kopenhag’da bulunuyorsanız, buranın yakındaki Amalie bahçesi Kopenhag’da kiraz çiçeklerini görmek için en iyi yerlerden biri, haritaya ekledim.
Frederiks Kilisesi
Kopenhag’ın zarif siluetinin en dikkat çekici yapılarından biri olan Frederiks Kilisesi, göz alıcı mimarisi ve derin tarihi ile ziyaretçilerini büyüler. Yerel halk arasında “Mermer Kilise” olarak da bilinen bu yapı, Kopenhag’ın en önemli dini ve kültürel simgelerinden birisi. Frederiks Kilisesi’nin temelleri 18. yüzyılın ortalarında atılmış, ancak ekonomik sıkıntılar ve mimarın ölümü gibi nedenlerle tamamlanması yüzyıllar almıştır.
Sonunda 1894 yılında, başlangıçtaki planlara sadık kalınarak tamamlanan kilise, Danimarka’nın en büyük kilise kubbelerinden (31 m) birine sahip. Eğer Roma’yı ziyaret ettiyseniz, bu kubbeyi gördüğünüzde daha önce görmüş hissine sahip olacaksınız çünkü kubbe, Roma’daki ünlü St. Peter’s Basilica’nın kubbesinden ilham alınarak tasarlanmış. Frederiks Kilisesi, Danimarka kraliyet ailesinin düğün, vaftiz gibi önemli törenlerine ev sahipliği yapmakta.
Son bir kahve içip, biraz daha sohbet edip, havaalanına geçiyoruz.
Bizim bir günümüz daha olsaydı ne yapmak isterdik? Hemen karşı kıyı İsveç ve Kopenhag’dan Malmö’ye geçmek sadece 30 dakika sürüyor. Düşünsenize, İsveç’e kahve içmeye geçip tekrar dönebilirsiniz, işte bu güzel olurdu.