Bir doz Amsterdam büyüsü : 36 saatlik gezi rehberi

Amsterdam, Amstel Nehri‘nin beslediği kanalları, çiçekleri ve yel değirmenleri ile düpedüz büyüleyici. 1983 yılından beri Hollanda’nın başkenti olan şehrin adı ‘Amstel nehri üzerindeki bent/set’ anlamına gelen ‘Amstelredamme’ kelimesinden türemiş ve Amstel Nehri üzerinde küçük bir balıkçı köyü olduğu 13. yüzyılda ortaya çıkmış.

Görülecek ve yapılacak sonsuz şey var, peki ama zamanınız kısıtlıysa geziye nereden başlamak, nasıl planlamak lazım? Harika bir “48 saatte Amsterdam” yazısı hazırladım, siz de okuduktan sonra bu şehri ziyaret etme fikrine bile bayılacaksınız.

Havalimanı’ndan Şehir Merkezi’ne Ulaşım
Dünya’nın en büyük havalimanlarından biri olan Schiphol Havalimanı Hollanda’nın ana havalimanı. İlk kez 9 yaşında bir hostesin elinden tutarak geldiğim gün, dün gibi. Teyzemi görünce ne kadar rahatlamış ve mutlu olmuştum. Havalimanı merkeze yaklaşık 20 km mesafede bulunuyor ve günün her saati kolay bir şekilde ulaşım sağlayabiliyorsunuz. Tren, otobüs ve elbette heryerde olduğu gibi taksi seçenekleri bulunmakta. Biz tren kullandık, gece saatlerinde daha seyrek olmakla birlikte gün içinde 10-15dk da bir sefer mevcut ve merkeze ulasim sadece 15 dk sürüyor. Tren biletinizi gişeden veya etrafınıza baktığınız heryerde görebileceğiniz sarı bilet makinelerinden alabilirsiniz. Makina menülerinde ingilizce dil seçeneği de bulunduğu için, nakit veya kredi kartı kullanarak rahat bir şekilde biletinizi (5 € – 4.2£) alabilirsiniz. Bindiğiniz tren şehrin merkezi olan Amsterdam Central Station‘a gidiyor.

iAmsterdam Kart

ÇKalış sürenize bağlı olarak 24, 48, 72, 96 veya 120 saatlik kart satın alabilirsiniz. iAmsterdam Kart ile şehir içindeki mavi logolu tüm toplu taşıma araçlarına ve müzelere sınırsız erişim sağlayabilirsiniz. Biz 24 saatlik kart (60 € – 51.4£) aldık ama sonrasında ‘neden 48 saatlik almadık‘ diye de hayıflandık. Amsterdam‘a gelmeden online olarak kartınızı sipariş verebilirsiniz.

Amsterdam’da Konaklama

Amsterdam konaklama yerinizi doğru ayarladığınızda hiç toplu taşıma kullanmadan yada çok az kullanarak gezebileceğiniz bir şehir. Biz bu sefer ev veya otel odası değil, tam şehrin tarihi merkezinde, Anne Frank Müzesi yanında tertemiz bir oda ayarladık. Banyo & tuvalet içerisinde özel olan odaya 2 gece için 260€ (223£) ödedik. Kaldığımız evin yakınlardaki bir kilisenin çan kulesini gören, sokak manzaralı çok güzel bir terası vardı.

Amsterdam genel olarak çok güzel ve Avrupa’nın pek çok şehrine kıyasla güvenli bir şehir. Bununla birlikte otel veya ev için benim size önerebileceğim bölgeler; bizim de kaldığımız Grachtengordel-West, Jordaan, Oud-Zuid ve Oud-West.

Biz akşam geç saatlerde eve ancak ulaştığımız için önemli bir kısmı yolda geçen ilk günü saymıyorum ve bulutlu bir Hollanda sabahı ile gezimize başlıyoruz.

1. Gün

Evden erkenden ayrılıp ilk durağımız olan Pancakes Amsterdam‘a gittik. Çok lezzetli inanılmaz zengin bir menüleri var. Şimdi kulağa tuhaf gelse de bacon & limon, bacon & elma gibi Hollanda krepleri yanısıra bizim daha alışık olduğumuz çeşitler mevcut. Emrah kaldığımız süre boyunca her zamanki gibi limitlerini zorlarken, ben klasik tatlardan öteye geçemedim.

Anne Frank Muzesi

Anne Frank Müzesi, II. Dünya Savaşı sırasında Yahudi kızı Anne Frank ve ailesinin iki yılı aşkın süre saklandığı, Amsterdam’ın merkezindeki Prinsengracht kanalı kenarındaki tarihi bir evde yer alıyor. Müze, Anne Frank’ın yazdığı ve daha sonra “Anne Frank’ın Hatıra Defteri” olarak yayımlanan günlüğe dayanan sergiler sunuyor.

Müze`de, Frank ailesinin ve diğer saklananların yaşam alanlarını görebilir ve Anne’nin kendi el yazısıyla yazdığı günlük sayfalarını inceleyebilirsiniz. Müze, ziyaretçilere savaş zamanında yaşanan zorlukları ve insanlık dışı muameleleri anlama fırsatı sunarken, aynı zamanda ırkçılığa, ayrımcılığa ve insan hakları ihlallerine karşı farkındalık yaratmayı amaçlıyor. Giriş ücretli, yetişkin 16€, iAmsterdam kart geçerli. 09:00-22:00 arası açık olan müzenin biletini online da alabilirsiniz.


Jordaan

Jordaan, hem yerel halkın hem de turistlerin sosyal yaşamı için vazgeçilmez bir merkez olup, Amsterdam’ın dinamik kültürünü ve tarihini yansıtan bir atmosfere sahip. Daracık kanal ve sokakları ile büyüleyici olan semt, hoş kafeleri, sanat galerileri ve “hofjes” olarak bilinen saklı avluları ile ünlü. 17. yüzyılda yoksullara yönelik barınak olarak kurulmuş ve günümüzde daha çok öğrenci ve sanatçıları ağırlıyor. Bu bölgedeki Café De Eland`de oturup birer kahve içiyor, sokağı izliyor, gezimizi planlıyoruz. İste bu 24, 36 saatlik gezilerde düştüğümüz ikilem, uzun uzun şehri soluyarak keyif yapmak mı, her yeri göreceğim diye soluk soluğa gezinmek mi? 🙂

Damrak

Sokaklarda, kanal etrafında gördüğümüz her ayrıntıya ayrı ayrı mest olarak Damrak‘a doğru yürüyoruz. Yaklaşık 15-20 dk sonra şehrin mutlaka görülmesi gerekli o evlerinin karşısındayız. Amstel nehrinin kıyısındaki bu kanal evlerinin tarihi 17. yüzyıla kadar uzanıyor ve şehrin en eski bölgelerinden birinin parçası. Eğik yapıları nedeniyle Dans Eden Evler veya kalıptan çıkmış gibi oldukları için Kurabiye Evler de deniyor ve Amsterdam için ikonik hale gelmiş güzellikteler.

Oude Kerk

Sırada, bulunduğumuz noktanın sadece birkaç dk uzağındaki, Amsterdam‘ın en eski binası olan Oude Kerk var. Oude Hollandaca eski anlamına geliyor yani kelime anlamı Eski Kilise. Burası ayrıca şehrin eski kent bölgesi içerisinde yer alıyor ve UNESCO Dünya Mirası alanı olarak belirlenmiş.

Biz Amsterdam Kart ile ücretsiz gezdik ama kartınız yoksa giriş ücreti 13.5€. Buram buram eski kokan, tavanı ahşap ağırlıkta olup, hoşgörü sanatını, merak uyandıran sembolleri içeren yapı ayrıca bazı isimlerin mezar yeri olarak biliniyor.

Ünlü Hollandalı ressam Rembrandt van Rijn‘in eşi Saskia da bunlardan biri. Çatısına çıktığınızda şehrin güzel manzarasını görme fırsatı yakalayacağınız, Red Light Bölgesi‘ndeki bu kiliseyi görmeden ayrılmayın derim.

Dam Square

Ben günün her saati -aç olmasam bile- patates kızartması yiyebilirim. Dolayısıyla cennete düştüm diyebilirim. Amsterdam‘ın en iyilerinden olan Manneken Pis‘ten aldığımız patateslerimiz elimizde kanal kenarından yürümeye devam ediyor ve 10 dk içerisinde kendimizi Dam Meydanı‘nda buluyoruz.

Dam Meydanı, Kraliyet Sarayı, Nieuwe Kerk (Yeni Kilise), Ulusal Anıt ve Madame Toussaud Müzesi’ne ev sahipliği yapmakta olup aslında şehrin kalbi konumunda. Alışveriş için seçebileceğiniz Kalverstraat ve Nieuwendijk Caddelerini birbirine bağlamakta ve her zaman kalabalık. Sokak sanatçıları ve çeşitli etkinlikleri izleyebileceğiz keyifli bir meydan.

Kanal Turu

Amsterdam’da ister 6 ister 36 saat geçirecek olun, şehrin dört yüz yıllık kanal ağını keşfetmeden dönmeyin. Başlangıçta su yönetimi ve savunma amacıyla kazılan 165 kanal, daha sonra malzeme vs taşınmasında kullanılmış. Günümüzde bu kanallar da UNESCO Dünya Mirası alanı olarak adlandırılmış. Ne yapıp edin şehri gezerken yolunuzu mutlaka bir kanal kenarına çıkartın. Bu arada Amsterdam hakkında en sıra dışı gerçeklerden biri, dünyada en fazla köprü sayısına sahip yerlerden biri olmasıdır! Amsterdam için ‘Kuzeyin Venedik’i’ denildiğini duymuş olabilirsiniz ama burada 1200’den fazla köprü varken Venedik’te sadece 400 civarı bulunuyor. Amsterdam’da kanal turu yapmanızı gerçekten öneririm.

De Wallen

Akşam tabi ki görmeden dönmek istemeyeceğimiz “red light”Hollanda’daki adıyla – De Wallen – bölgesine gittik. Şehrin ortasında hatta Oude Kerk’in yanıbaşında ana cadde ve sokaklardan oluşan etrafta yalnızca turistlerin olduğu bir bölge. Hiçbir şey ‘gizli’ değil, olabilecekleri kadar açık, doğrudan ve şeffaflar. Büyük kırmızı pembe neon ışıklarıyla net bir şekilde ne yapıldığı belirtilmiş. Seks dükkanlarına, gözetleme gösterilerine, genelevlere, bir seks müzesi ve cannabis müzesi’ne ev sahipliği yapan bölge legal seks ve esrar politikalarına duyulan merakla birçok turisti çeken önemli nokta haline gelmiş.Tabi herkes farklı bir his yaşayacaktır ama ben o kızlar adına çok buruldum. Ciddi bir insan ticaret merkezi olduğu da açık olan bölge Amsterdam’ın karmaşık ve tartışmalı bir parçası olmaya devam ediyor.

2. Gün

Bugünü müze gezisine ve çok merak ettiğimiz bir sokak lezzetleri marketine ayırdık. Eve dönmeden havalimanına gideceğimiz için eşyalarımızı da yanımıza aldık.

Begijinhof

Begijinhof Bahçesi muhteşem güzellikte evler ile çevrelenmiş bir ibadet alanı. Sessizlik ve huzur hakim, müzeler bölgesine giderken yolumuz üzerinde olduğu için uğradık.

Buraya çok yakın bir noktada Amsterdam’ın en güzel kurabiyecisini bulacaksanız, Van Stapele Koekmakerij. O nasıl güzel bir dükkan tasarımı, mis gibi çikolata kokusu sokağa yayılıyor. 2014’de açılmış olmasına rağmen verdiği his 100 yıldır oradaymış gibi. Sadece tek çeşit kurabiyeleri var, Valrhona koyu çikolatalı, içerisinde de beyaz çikolata bulunan kurabiyenin 2024 yılı fiyatı 3€.

Rijksmuseum ve Van Gogh Müzeleri

Müzeler bölgesinde birkaç tane müze bulunuyor. Önerim, yanyana konumda olan Rijksmuseum, Van Gogh Müzelerinden en azından birini es geçmeyin. Müze gezmek özellikle yağmurlu bir havada en güzel şehir aktivitesi.

İlk olarak Hollanda’nın eski başkentinde kurulmuş sonra Amsterdam’a taşınmış Rijksmuseum’e iAmsterdam Kartınız ile giriş yapabiliyorsunuz. iAmsterdam Kartınız yoksa, 2024 giriş ücretleri sırayla 22.5€, 22€ olan Rijksmuseum, Van Gogh Müzeleri için, linkleri tıklayarak gitmeden birkaç hafta önce rezervasyon oluşturabilirsiniz. Bu arada 18 yas altına müzeler ücretsiz.

Begijinhof‘dan yaklaşık 30 dk yürüyüşle müzeler bölgesine ulaşabiliyorsunuz. Van Gogh benim çok sevdiğim bir ressam ve eserlerine böyle yakından bakabilmek büyüleyiciydi. Ayrıca müzede sadece Van Gogh’un değil dönemlerinin ünlü ressamları Monet, Manet gibi sanatçılarında eserleri bulunmakta.

Rijksmuseum‘da ise Rembrandt ve bazı diğer ünlü Hollandalı sanatçıların eserlerine ev sahipliği yapıyor. En çarpıcı eserlerden biri Rembrandt Kolleksiyonu’nda olan “The Night Watch”. Müzeleri gezmek için en az 1.5 – 2’şer saat ayıracak şekilde planlamanızı yapabilirsiniz. Açıkçası biz şehrin havasını kaçırmak istemediğimiz için biraz daha hızlı gezdik.

Biz öğle yemeği için Albert Cuyp`u tercih ettik ama deniz ürünleri seviyorsanız müzeler bölgesine geldiğinizde buraya çok yakın olan The Seafood Bar`i denemenizi öneririm, haritaya işaretledim.

Albert Cuyp Pazarı

Albert Cuyp Pazarı, 300’den fazla tezgah yer aldığı, taze meyve ve sebzeler, peynir, balık, çiçek, baharatlar, giysi, takı yani aklınıza gelecek herşeyin satıldığı Hollanda’daki en büyük günlük pazar. Hollanda atıştırmalıklarını denemek için de harika bir yer. Otantik bir Hollanda deneyimi yaşamak istiyorsanız mutlaka pazarda ringa balığı denemelisiniz. Ringa balığını yemenin en iyi yolu, kuyruğundan tutup başınızı geriye atarak ağzınıza doğru indirmek.

Ben o kadar otantik olamadığım icin zaten yemem beklenmiyordu ama tabi ki bu deneyimi de Emrah benim için yaşadı 🙂

Keyifli geziler!

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir